Bir kitabın ilk baskı tirajı, kitaptan kitaba değişmekle birlikte, -ülkemizdeki genel uygulamaya göre- 2000 adettir. Satış kaygısı hesaba katıldığında 1000 veya 500 adet baskı da yapılmakla birlikte, popüler yazar kitaplarının maliyetini düşürerek ucuza satmak için başvurulan yüksek tirajlı baskılar ise bir seferinde yüzbin adete kadar çıkmaktadır.
Biz sıradan bir kitabı (sıradanlığı kitaplığından değil de sayfa sayısı, kâğıt gramajı ve tirajından kaynaklansın) ele alalım.
2000 adet kitap, tanesi ortalama 300 gramdan 600 Kg. eder. Yanisi 0,6 Ton!
Çevre ve Orman Bakanlığı web sitesinde bulunan ve Prof. Dr. Mustafa Öztürk tarafından 2005 yılında kaleme alınan yazıda belirtilen verilere göre;
Bir Ton kâğıt, 2,4 ton odundan yapılıyor. 2,4 ton odun elde etmek için ise 17 yetişkin çam ağacının kesilmesi gerekiyor. O bir ton kağıdı elde etmek için ayrıca 440 ton su ve 7600 kWh elektrik enerjisi kullanılıyor.
Kâğıt elde etmek için atık kâğıt veya az gelişmiş ülkelerdeki gibi alternatif bitkilerden faydalanılması durumunda yukarıdaki hesaplama geçerli olmamakla birlikte, su ve enerji kullanımı ile doğaya zararlı kimyasal madde kullanımı, ağaçtan üretilen kâğıttan çok daha farklı değil. Bu kimyasal madde çeşitlerini öğrenmek veya ağaçların kesilmesinden başlayarak kağıda kadarki yolculuğunun dehşetini yaşamak isteyenler, Çevre ve Orman Bakanlığı web sitesindeki belgeyi (MS Word dokümanı) inceleyebilirler.
Yine aynı kaynağa göre, her yıl dünya ormanlarının %1,3′ü (40 milyon hektar!) kâğıt üretiminde kullanılmakta. Bu da yaklaşık olarak bir İsviçre veya Paraguay yüzölçümüne denk geliyor.
Yani, 2000 tirajlı tek baskıda kalan mütevazı bir kitap basmak demek, doğaya ve insana karşı diğer maliyetlerinin haricinde 10 ağaç kesilmesi anlamına geliyor.
Bu kitaplar ne yazık ki, siz alsanız da almasanız da kitapçılardaki ve büyük marketlerdeki kitap reyonlarındaki rafları süslemeye devam ediyor ve böyle devam etmemesi için de ortada bir neden görünmüyor.
E-Kitap mı? O da ne ola ki? Şimdi ona değineceğiz:
“Web, ışıkları yanmayan ve bütün kitapların yerde yığılı olduğu bir kitaplığa benziyor…”
—Gerry McGovern¹
İskenderiye Kitaplığı’ndan, hatta belki de en başından beri, kitaplıklar bellek ile ilişkilendirilmiştir. “Çok sayıda cilt toplanmalıydı çünkü görkemli kütüphanenin amacı insan bilgisinin tümünü bir yere toplayabilmekti. Aristoteles için kitap toplamak bilim adamının çalışmalarından biriydi ve bir ‘anımsatma aracı olarak’ gerekliydi. Öğrencilerinden biri tarafından kurulan kütüphane ise genişletilmiş bir türdü: bu ‘Evrenin Belleği’ olacaktı.”²
Kitap hep bellek taşıyan bir ortam olarak görülmüştür. Bu düşüncenin uçları, Borges’in “Babil Kitaplığı”nın hayali “merkez”lerinden birinde buluşturulabilir.
“Letizia Alvares de Toledo, engin Kitaplık’ın yararsız olduğunu gözlemlemiş: açık söylemek gerekirse, tek cilt, genel düzene uyan, dokuz ya da on kadrata dizilmiş, sonsuz sayıda, sonsuz incelikte yaprağı olan tek cilt yeterliymiş. (On yedinci yüzyılın başlarında Cavalieri, som gövdelerin tümünün sonsuz sayıda düzlemlerin eklentisiyle oluştuklarını söylemişti.) Gerçi bu ipeksi vade mecum’u taşımak kolay olmazdı: görünen her sayfa benzerlerine açılırdı: düşünülemeyen orta sayfanın da arkası olmazdı.”³
Kitap ile bellek ilişkisi, kağıdın kaynağına, ağacın dokusuna, köklerine dek sürülebilir. Boş kağıdın, orada yazılı olabilecek her şeyin muhtemel toplamını içerdiğini ileri süren yazarlar çıkmıştır. Bu “toplam yazı”nın evrenin ta kendisi olduğuna inanan tarikatlarla doludur tarih: Tanrı, geçmişin, bugünün ve geleceğin belleğini taşıyorsa, evreni yarattığı alfabe belleğin toplamına eşit ve sonsuzdur.
Kitap, bellek olarak kağıt ortamını kullanan bir bilgi mekânıdır. Basılı yazının çizgisel ve artzamanlı mekânı. Kitabın, bellek olarak kağıttan daha “yumuşak” bir ortamı, “bit”lerin⁴ elektronik ortamını kullanan yeni bir türü, yazının bu kez ne çizgisel, ne de artzamanlı olan bir başka mekânını ortaya çıkartmıştır: elektronik kitabın bilgi hipermekânı.
Ağaç dokusundan silisyum temelli silikon çiplere kitabın yaşadığı bu dönüşüme, kitaplıkların dönüşümünün eşlik etmemesi düşünülemez. Aslında kitaplıklar elektronik ortamla kitaplardan daha önce tanışmışlardır. Kitaplık düşüncesinin doğuşundan beri çok çeşitli konuda çok sayıda kitabı okuyucu için erişilebilir kılmak adına geliştirilen katalog, kart vb. arama sistemleri, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin sunduğu kapsamlı, hızlı ve esnek sınıflandırma yeteneklerinin çekimiyle yavaş yavaş elektronik ortama taşınmıştır. Katalogları ve arama motorlarını elektronik ortama aktarılan kitaplar izlemiştir.
Birer enformasyon mekânı olan kitapların mekânı olarak Kitaplık, enformasyonun mekânsal metaforu olmanın da ötesinde saf enformasyon mekânı haline dönüşmeye başlamıştır. Enformasyon dolaşımı üzerine kurulmuş, maddesel-olmayan, akışkan ve esnek bir ağ mekânı.
Elektronik kitaplar ve sanal kitaplıklar, yazılı kültürümüzün yeni bir evresine mi işaret ediyor, yoksa bitişine mi? Bu soru farklı bağlam ve niyetlerle bir çok kez sorulmuştur. Henüz cevabı belli olmayan bu sorunun çözümü, belki de gizlediği değişim göstergelerinde yatmaktadır.
“Sözel olandan yazılı olana –Sokrates ve izleyicileri tarafından uyarıyla karşılanan- tarihsel geçiş, entelektüel işleyişin kurallarını da tamamen değiştirdi. Yazılı metinler dolaşıma sokulabilir, incelenebilir ve notlarla zenginleştirilebilirdi; bilgi istikrarlı bir temele oturabilirdi. Yazılı olandan mekânik baskıya geçiş ve buna bağlı olarak okuryazarlığın halk arasında yayılışı, çoğu kişi tarafından Aydınlanma’yı mümkün kılan şey olarak gösterilir. Ve şimdi de bilgisayarlar, bir anlamda uygulanmış akılsallığın kusursuz örneği olarak, basılı sözcüğün otoritesini sarsıp, bizi spiralin farklı bir bölgesinde de olsa, sözel kültürleri karakterize eden süreç odaklılığa geri döndürüyorlar.”⁵
Aslında kağıt üzerindeki yazıyla ekrandaki yazı arasında belli bir süreklilik ilişkisi de mevcuttur. İnsanlar bilgiyi gelecek kuşaklar için erişilebilir kılmak için yazıyı, bilgi temelli bir iletişim teknolojisi olarak kullanmışlardır. Antik Yunan’ın “alfabetik zihni”, bir teknolojik paradigma dönüşümünün ürünüdür. “Benzeri tarihsel boyutlara sahip bir teknolojik dönüşüm de 2700 yıl sonra meydana gelmiştir, yani farklı iletişim tarzlarının etkileşimli bir ağ yapısıyla bütünleştirilmeleri. Bir başka deyişle, Üst-Metin ya da bir Üst-Dilin ortaya çıkışıyla, tarihte ilk kez, insan iletişiminin yazılı, sözel, görsel-işitsel tarzları tek bir sistemle bütünleştirilmiştir. (…) (Gerçek ya da ertelenmiş) seçili bir zamanda erişimi herkese açık küresel bir ağ içerisinde bir çok noktada etkileşime giren metin, imge ve seslerin aynı sistemde olası bütünleştirilmeleri, iletişimin niteliğini temelden değiştirmiştir.”⁶
Belleği kayda geçiren yazı, aynı zamanda belleğin yıkımını getireceği iddiasıyla eleştirilmiştir, tıpkı bugün elektronik ortam için ileri sürüldüğü gibi.
“Phaedrus’ta Platon, Sokrates’in ağzından yazının insani olmadığını; gerçekte sadece insanın zihninde var olan düşünceyi zihnin dışında kurmaya kalkıştığını söyler; yazı bir nesne, imal edilmiş bir üründür. Elbette aynı söz, bilgisayar için de geçerlidir. Daha sonra Platon, yine Sokrates’in ağzından yazının belleği çürüttüğünü söyler. Yazıya alışan unutkan olur, kendi öz kaynaklarından yararlanacağına dış kaynaklara bağımlı kalır ve öz kaynaklarını yitirir. Yazı zihni zayıflatır. Bugün aynı sözleri anne-babalar, öz kaynak sayılan çarpım cetvelini ezberleyeceğine hesap makinesi kullanan çocuklar için söylemektedirler.”⁷
Elektronik ortam, birlikte anıldığı “enformasyon hızı” boyutuyla, yazılı kültürün değerlerini tehdit eden bir güç olarak da görülmekte ve alınan her enformasyon paketinin bir öncekini silen hızlı akışıyla, insan algısını ve bu arada belleğini de dönüştürmekle suçlanmaktadır. Hız ile bellek, bildiğimiz tanımlarıyla birbirilerini itmektedir.
“SİBER-mekân, ya da daha doğrusu, ‘sibernetik zaman-mekân’, gazetecilerin pek sevdiği şu doğrulamada kendini bulur: enformasyon, yerine ulaştırılmasındaki hızla değerlenir, daha da iyisi, hız enformasyonun ta kendisidir. (…) Bugün, ENFORMASYONUN madde-zaman-mekânın nihai boyutu haline gelmesiyle birlikte, bilişimcilerin, mekânın varolmadığı bu zaman derinliğini, sınırlı olmayıp genelleşmiş enformasyon ile, fizik ve bilişimin tümüyle birbirlerine karıştığı bir ENFORMASYON-DÜNYA ile özdeşleştirme eğilimleri artmıştır.”⁸
Kitap ile elektronik kitabı, metin ile hipermetini Paul Virilio’nun kavramlarıyla konumlayacak olursak; bir yanda elektronik enformasyon iletiminin “hız-yönelimli psiko-coğrafi imparatorluğu” “enformasyon-dünya”da sürekli akan “sibernetik ideografi” ya da “elektro-optik enfografi” olarak Hipermetin (hypertext); öte yanda “bilgi”nin gövde bulduğu, algılanabilir zaman-mekâna tabi, çizgisel-artzamanlı, optik-grafik topografya, yani Kitap bulunmaktadır.
Basılı yazının mantığı sentaks kurallarıyla belirlenir. Söylemin temel yapısı olarak sentaks, insan zihninin dil aracılığıyla anlama ulaştığı bir haritalandırmadır. Basılı yazı aslında bir tür çeviri işlemini gerektirir: Basılı yazı okunurken anlama doğru çevrilir. Okurun deneyimi tümüyle mahremdir. Sayfaların belli bir sırayla çevrilmesi ve sayfa boyunca dikey hareket, basılı yazının zaman eksenini belirler. Basılı kitap durağandır, okur kitap boyunca hareket eder, kitap değil.
Oysa elektronik ortamda enformasyon, bir özel vericiden özel bir alıcıya doğru değil, açık bir ağ üzerinde hareket eder. Özel ağlar dışında, bu deneyim, kamusal bir nitelik taşır. Elektronik iletişim etkileşimlidir. Ekrandaki içeriğin bir noktasından bir başka noktasına, bir başka içeriğe ve oradan bir başkasına ulaşmak mümkündür; enformasyon potansiyel olarak her zaman ağ üzerinde mevcut olsa da basit bir tıklama ya da tuş darbesiyle silinebilir, değiştirilebilir. Okuma hızı ekranın kaydırma hareketiyle artmıştır. Temel hareket, daha ziyade birleştiricidir, dikey olarak toplayıcı değil. Sunum algıyı yapılandırır ve algı enformasyonun nasıl düzenlendiğine göre belirlenir.
Kitaptan ekrana doğru bu geçiş, neleri değiştirecektir?
“Eski tarz, tek bir yazar tarafından daktilo edilmiş, yeniden gözden geçirilmiş, dizilmiş, basılmış, kitapçılar aracılığıyla dolaşıma sokulmuş, okur tarafından satın alınmış, yine eski tarzda, sayfaları baştan sona çevirerek, yazarın seçtiği çok sayıda mevcut imkân arasında gerekli yapı sayılan bir anlam yapısına doğru birleştirilmiş A Metni. Şimdi de B Metni, bir ya da bir çok yazar tarafından seçenekleri çoğaltan bir yazılım kullanılarak bilgisayarda oluşturulmuş hipermetin. Ortaya çıkan metin, eski tarzda çizgisel olarak da okunabilir, ama aynı zamanda açık bir metindir. Okuyucu çok sayıda alt anlatı patikalarına sapabilir, belli anahtar tanımlamalarla görsel unsurları çağırabilir, farklı bir çok olası sondan herhangi birini seçebilir. B metni ile yaptığımız nedir? Bunu hala ‘okumak’ olarak adlandırabilir miyiz? Yoksa, ‘metinlemek’ (texting) ya da “sözcük-pilotluğu’ (word-piloting) gibi bir terim mi uydurmamız gerek?”⁹
Roland Barthes, “S/Z”de, “ideal metin” olarak da adlandırdığı “ağ olarak metin”in, yani hipermetinin düşünü kurmuştur:
“Bu ideal metinde, hiçbiri diğerine üstün gelmeksizin, ağlar çok sayıda ve etkileşim halindedir; bu metin, gösterilenlerden oluşmuş bir yapı değil, bir gösterenler galaksisidir; başlangıcı yoktur; tersine çevrilebilir; hiçbirinin asıl giriş olmadığı çeşitli girişlerden geçerek ulaşırız oraya; harekete geçirdiği kodlar göz alabildiğince uzanırlar ve önceden belirlenemezler…; anlam sistemleri bu mutlak olarak çoğul metin üzerinde egemenlik kurabilirler, ancak dilin sonsuzluğuna bağlı olarak sayıları asla sonlu değildir.”¹⁰
Dünyadaki her şeyin bir Kitaba ulaşmak için varolduğunu düşünen Mallarmé gibi, metni henüz kurulmamış bir ağ olarak gören Jean-Joseph Goux da benzer bir yaklaşım içindedir: “henüz düşünülmemiş bir ağ düşüncesi, temsiliyetçi olmayan ve çokdüğümlü bir örgütlenme, bir metin düşüncesi… hiçbir şeyin başlıklandıramayacağı metin. Başlıksız, bölümsüz. Başsız, büyük harfsiz.”¹¹
Bir çok farklı metni kendi içlerinde ve birbirleri arasında etkileşimli olarak bağlantılayan hipermetin, kendisini görsel enformasyon, ses, animasyon ve diğer veri biçimleriyle bütünleştirerek genişleten “hipermedya” terimiyle doğrudan bağlantılıdır. Bu durum, elektronik ortamın kitabı dönüştürdüğü bir başka noktayı ele verir. Elektronik kitap multimedya haline gelmektedir. Ya da, “multimedya giderek kitaba benzemektedir, katlayıp yatağa götürebileceğiniz, sohbet edebileceğiniz ya da size bir hikaye anlatabilecek bir kitaba.”¹²
Günümüzde, tümü internet erişimli olmak üzere, önce PDA (Personal Digital Assistant) adı verilen cep bilgisayarlarıyla, sonra kitap biçimi verilmiş tablet PC’lerle ve son olarak da bükülebilir, kullanılıp atılabilir “elektronik kağıt”la¹³, e-kitaplar artık tümüyle birer hipermedyaya dönüşmektedir.
Gerek hipermetin, gerekse hipermedya kavramları dolaysız olarak ağ mantığına bağlı oldukları için, hipermedya olarak elektronik kitapların birer düğüm oluşturarak kurdukları ağı, “sanal kitaplık” diye adlandırmak yanlış olmaz. Bu öylesine bağlantılı bir kitaplıktır ki, erişilebilirlik bakımından içerdiği kitapların toplamı olan bir Sanal Kitap haline gelmektedir.
Aslına bakılırsa, bağlamı biraz zorlayarak, “ağların ağı” internetin kendisinin devasa bir sanal kitaplığa benzediğini söylemek mümkündür, ama “ışıkları yanmayan ve bütün kitapların yerde yığılı olduğu” bir kitaplığa… Sağladığı hızlı enformasyon birikimi ve kayıt yeteneğiyle internetin, tıpkı İskenderiye Kitaplığı gibi, “evrenin belleği” olarak görülmeye aday bir konumu vardır. Ama aynı devasalık, gayri merkezi yapı ve bağlantı imkânlarının sonsuzluğuyla birleştiğinde, İnternet “enformasyon çöplüğü” olarak da adlandırılabilir.
Oysa zamanımızın sanal kitaplıkları, internet içerisinde oluşturdukları özel enformasyon mimarileriyle, sınıflandırma, arama ve erişim araçlarıyla bu kaosun içerisinde birer “düzen adası” olarak belirmektedir. Kütüphanecilik ve bilişim, başka bir çok alanda olduğu gibi iç içe geçmektedir. Bunu üniversitelerin kütüphanecilik bölümlerinin sunduğu uzmanlık nitelemelerinden de anlamak mümkündür: Enformasyon aracılığı, enformasyon erişim uzmanlığı, referans kütüphaneciliği, bilgi yöneticiliği, kitaplık enformasyon yöneticiliği, kitaplık medya uzmanlığı, internet kütüphaneciliği vb.
Sanal kitaplığın, birbiriyle sarmal bir ilişki kuran iki temel ekseni vardır: Bu eksenlerin biri, fiziksel kitaplar barındıran fiziksel bir kitaplığın, kayıtlarını, kataloglarını ve giderek kitapların elektronik versiyonlarını barındıran sanal uzantısıdır. Nitekim, iletişim ve bilişim teknolojilerinin gelişimiyle, önce British Museum and Library, Bibliothèque Nationale de France, Library of Congress gibi Batı’nın prestijli ulusal kitaplıkları, daha sonra da ilkokul kitaplıklarına kadar bir çok kamusal kitaplık, arama işlevleri başta olmak üzere, kayıt, erişim sağlama vb. işlevleri aşamalı olarak elektronik ortama taşımışlardır.
Diğer eksen ise, yalnızca elektronik kitapların bulunduğu, tüm mevcudiyeti ağ üzerinde olan sanal kitaplıklardır. Bu tür kitaplıkların öncüleri, genellikle telif yasaları kapsamı dışında kalan klasiklerin elektronik versiyonlarını barındıran ve hedeflenen kapsamıyla cüretkar “bellek” nitelemesine göz diken projelerdi. Hız kesmiş de olsa halen varlığını sürdüren “Gutenberg Projesi” bunların en ünlüsüdür.¹⁴ 1971’de Michael Hart tarafından, kendisinin “kopyalayıcı teknoloji” (replicator technology) adını verdiği, “bir bilgisayara girilebilen herhangi bir şey sonsuzca çoğaltılabilir” ilkesinden hareketle başlatılan “Gutenberg Projesi”, bilgisayara girilen herhangi bir kitabın (bu arada resimlerin, seslerin, hatta üç boyutlu nesne taramalarının) dileyen herkes için (hatta uydu aracılığıyla bu dünyada olmayanlar için bile) erişilebilir olması fikri üzerinde kuruldu.¹⁵ Erişilebilirlik adına, herhangi bir işletim sistemi tarafından tanınabilecek basit metin formatında¹⁶ yüklenen e-kitapların, herhangi bir internet tarayıcısı ile okunabilmesi esas alınmıştı.
Zamanla bu tür kitaplıklar giderek arttı. Bugün, fiziksel/kamusal ya da sanal/kamusal nitelikli kitaplıkların yanı sıra, çok sayıda özel, akademik, vb. sanal kitaplıklara, hatta farklı kategorideki bir çok sanal kitaplığı bünyesinde barındıran ya da erişim sağlayan sanal kitaplık “portal”larına rastlamak mümkün. Bu zincire, giderek hacim kazanan elektronik yayıncılık sektörünün, e-kitap üretim, satış ve dağıtımıyla uğraşan şirketlerin oluşturduğu elektronik ticaret siteleri de katılınca, kapsam tahmin edilebilir. Henüz, kitaptan e-kitaba, kitaplıktan sanal kitaplığa doğru hareketin başlangıç aşamalarında olduğumuz ve bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişim ivmesi hesaba katılırsa, kültürel bellek olarak sanal kitaplığın yol açacağı değişimin boyutları konusunda çok silik bir imgeye ulaşmak zor olmayacaktır.
Sanal kitaplıkların önünde, tıpkı e-kitap yayıncılığının olduğu gibi, güçlü bir fikri hak mülkiyeti engeli vardır. İnternet ortamında dolaşıma giren e-kitabın kopyalanabilir olması bakımından, telif kapsamı dışında kalan eserler haricindeki kitap, makale vb. malzemenin kamusal dolaşımı sorunu henüz tam olarak çözülememiştir. Sanal kitaplıklar, özellikle fiziksel kitaplıkların sanal uzantıları, bu sorunu üyelik vb. sistemlerle, giderek de kopya koruma teknolojisi gibi önlemlerle çözmeye çalışmaktadır. Yine de yayıncılar fikri hakları konusunda kamusal kitaplıkları önemli bir tehdit olarak algılıyorlar. Ancak, tıpkı okulların elektronik öğrenime, kitapçıların e-kitapçılara, müzelerin sanal müzelere dönüşmesi, daha doğrusu sanal paralel evrenini yaratması gibi, koruma, hacim yönetimi ve depolama, erişim sağlama gibi pek çok sorunla boğuşan kitaplıklar sanal uzantılarını oluşturmaya devam ediyorlar. Kitaplık portallarıyla birbirine bağlanan sanal kitaplıklar, internet içinde ikinci bir ağ kuruyor, evrensel kütüphanecinin dünyadaki tüm kitapları birleştirme düşü bir bakıma yeniden hayat buluyor.
Evrenin belleği olarak kitaplık, hep sonsuzluk imgesiyle düşünüldü. Ağın içerdiği ve içereceği düğümlerin birleşimindeki olasılıkların uçsuzluğuyla kurulan hipermekânda, kitaplar, yazı, kültür fragmanları, taklitler, simülasyonlar, unutuluşlar durmaksızın birbirine bağlanabilir. Ama enformasyon hızıyla atalete tutulan algının zaman-mekânı ya da kamusallığın kaygan zemini, bu çizgisel ve artzamanlı olmayan boyuta nasıl açılacak? Kütüphanecinin bile, hızla dokunan ağın her anını kuşatamadığı sonsuz bir kitaplıkta, ancak “zahir”den bakanın küresel bakışlarıyla her anı ve noktasını ”okuyabildiği” ve çıldırdığı o imkânsız kitabı kim okuyacak? Siborg mu? “İnsan-sonrası” (post-human)…
Peki ya e-kitaplara da, kitap kurtları gibi, virüs, internet solucanı türü haşarat bulaşırsa? Ya virüs, elektronik ortamda kodlanmış bilgiyi tüm ağ boyunca kendisini sonsuz sayıda kopyalayarak sonsuza dek dönüştürürse? Sorular açık, imkân da.
Google, geçtiğimiz aylarda Kitap Projesi‘nin mobil cihazlar için uyarlanmış yeni sürümünü duyurdu; siz duydunuz mu? Kataloğunda bir buçuk milyonu aşkın e-kitap bulunan bu kütüphaneye artık telefon ve diğer portatif cihazlardan da ulaşılıp kitap okunabiliyor.
Ücretsiz yüklenebilen “Stanza” (iTunes Bağlantılarıdır) ile “eReader” ve üç dolara satılan “Classics” yazılımlarıyla Apple’ın iPhone’u da, Amazon’un Elekronik Kitap (E-kitap, E-tablet) cihazı “Kindle”a ciddi bir rakip haline geldiğini göstermişti hani… Stanza’yı bugüne değin bir milyondan fazla kişi indirmiş cebine. Kimi kurcalamak içinse, kimi kitap okumak, “e-kitap” okumak için.
Amazon, ilk çıktığı günlerde yok satan Kindle’ın ikinci modeli “Kindle 2″yi geçen yılın sonlarında piyasaya sunmuştu. iPhone veya Kindle’ın elektronik kitap tableti olarak en önemli özellikleri, bir bilgisayar bağlantısına ihtiyaç duymaksızın internet veya kablosuz telefon ağlarından kitap indirebilmeleriydi; biz bilelim veya bilmeyelim halen de öyle…
Stanza kütüphanesinde 100.000′in üzerinde, Amazon’un kütüphanesinde 270.000′i aşkın e-kitap bulunuyor. Amazon’un, sadece iPhone üzerinde çalışan Stanza’nın sahibi Lexcycle firmasını satın aldığı –bugün– duyuruldu. Google, saman altından su yürütüyor.
Ya biz ne yapıyoruz?.. Kitapla hatırlı bir ilişki kurabilmişlerden konuya biraz aşina olanlarımız varsa da, onların “Öyle de kitap okunur muymuş canım…” diyerek geçiştirmesiyle bekleşiyoruz. Bekleyelim… Bekleyelim ki dünya teknoloji ve çevrimiçi perakende devleri gelsinler, öyle kitap okunur muymuş okunmaz mıymış göstersinler. Biz yine bildiğimizi okuyalım.
İnternet üzerinde mevcut ve artık milyonlarla ifade edilen elektronik kitap sayısının yüzde doksan dokuz nokta doksan dokuzu Türkçe dili dışındaki eserler.
“Bu Türkçe bilenler için ne anlam ifade ediyor?” diye sorulacak olursa, bunun en isabetli yanıtı, “Matbaanın bu topraklara Avrupa’dan üç yüz yıl sonra gelmesi ne anlam ifade ediyorsa, o…”dur.
İyimser, günümüz gerçeklerine uymasa da güne not düşen başka bir bakış açısı ise okunması yapmasından daha kolay uzun bir cümleyle bize şunu söyler:
“Üniversitelerin kimi kendi içlerinde yürüttükleri, kimi ünvan yükseltme tezlerine konu olmakla kalan çalışmaları artık birleştirmeleri ve genele yayma iradesini göstermeleri, bunun için öncelikle yayınevleri ve yazar örgütlerinin bu çalışmalara dahil edilmesi, sonralıkla halihazırda konuyla ilgilenmekte olan uluslararası organizasyonlara dahil olunması, sahipsiz metin zenginliklerimizin yasal yoldan nasıl işlenebileceği konusuna telif hakları kapsamında açıklık getirilmesi, bu arada aydınlanma yolunda “etken” bir unsur olarak “okuma” eyleminin erdemlerini “edilgen” topluma anlatma erkini elinde bulunduran “bir hısım” medyanın ticari amaç gütmeksizin(!) gündem oluşturmayı kendine heves edinmesi, mevcut ve müstakbel telif hakkı sahiplerinin bu haklarını paraya çevirebilecek mekanizmaların ülkemizde de oluşturulması ve böylelikle kitapların sayısal bilgi haline dönüştürülmesine başlanarak dileyen okurların erişimine açılması için aradan otuz yıl geçmesinin beklenmemesi…”
– Amiiin!..
Yani insanlığın genel yararının değil, bireyciliğin yüceltildiği, zümrecilikten, taraf(k)ârlıktan çoğu birey bile olamayan bir insan topluluğu için olmayacak duaya idi amin. Bizde bazı şeylerin dank etmesi zaman alabiliyor.
Bu da kendiliğinden gerçekleşmiyor elbette; “beklenmedik bireycilerin” atı alıp Üsküdar’ın hâkim bir tepesinden pis bıyıklı bir gülümsemeyle dank ettirmesi gerekiyor.
Yenilik ve devrimsel nitelikleri toplumca bilinmeyen bir konu, kanıksanması şöyle dursun, henüz hiç irdelenmemişken, “duble yol devrimcilerimizin(1)” Milli Eğitim Bakanlığı eliyle hangi kapalı kapılar ardında, hangi tepeden inme e-kitap cihazını, hangilerimizin içtiği rakıdan arttırdıkları vergilerle finanse ederek, hangi “bireyleri” zengin edeceğini de pek yakında görüp öğreneceğiz. Haberiniz oldu mu?.. Amaçlarını “çocukları çantalarındaki kitapların ‘ağırlığından’ kurtarmak” olarak açıklamışlardı hani…
Belki de herşeyi, Bilmesek daha iyi olurdu..!
* (ARIES, S:1, Haziran-Ağustos 2012)
Kaynakça
- Gerry McGovern, “Egovernment: Epublisher”, NUA White Paper, Şubat 2001, http://www.nua.com (Artık yayında olmayan bu web sitesi yerine belgeye şu adresten ulaşabilirsiniz: (http://www.veribaz.com/viewdoc.html?egovernment-epublisher-446310.html)
- Alberto Manguel, Okumanın Tarihi, çev. Füsun Elioğlu, Yapı Kredi Yayınları, 2001, sf. 223
- Jorge Luis Borges, “Babil Kitaplığı”, Ficciones – Hayaller ve Hikayeler, çev. Tomris Uyar – Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, 1998, sf. 75, dipnot 4
- Bit: B(inary) (Dig)it, yani ikili sayı sözcüklerinin kısaltılmasından türetilen “bit” sözcüğü, bilgisayar dilinde en küçük enformasyon birimini belirtmek için kullanılır. 0 ve 1 lerden, yani açık / kapalı mantığından oluşan dijital enformasyonun en küçük birimi, 0 ve 1 değerine sahip olan bit’tir. Normal boyutlarda bir kitabın elektronik versiyonu, yaklaşık 10 milyon bit’ten oluşur.
- Sven Birkerts, “Hypertext: Of Mouse and Man”, The Gutenberg Elegies – The Fate of Reading in an Electronic Age, Faber and Faber, 1994
- Manuel Castells, The Rise of the Network Society (The Information Age: Economy, Society and Culture – Volume I), Blackwell Publishers, 1996, sf. 328
- Walter J. Ong, Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, çev. Sema Postacıoğlu Banon, Metis Yayınları, 1995, sf. 98
- Paul Virilio, L’art du Moteur, Galilée, 1993, sf. 180-181
- Sven Birkerts, “Hypertext: Of Mouse and Man”, a.g.y.
- Roland Barthes, S/Z, Seuil, 1970 (1996), sf.11-12
- Jean-Joseph Goux (Numismatique II), aktaran: Jacques Derrida, La Dissémination, Seuil, 1972, sf. 203
- Nicholas Negroponte, “Boks without Pages”, Being Digital, Coronet Boks, 1995 (1996), sf. 71; ayrıca bkz. “The Future of the Book”, Wired 4.02, Şubat 1996, http://www.wired.com/wired/archive/4.02/negroponte.html
- “Elektronik Kağıt”: Yüksek kontrastlı, düşük maliyetli, okunabilir/yazılabilir/silinebilir ortam
- Project Gutenberg, http://www.promo.net/pg/
- Bkz. “History and Philosophy of Project Gutenberg”, 1992, http://www.promo.net/pg/history.html
- “Plain vanilla ASCII” – Enformasyon Değişimi için Amerikan Standard Kodu’nun düşük bir türevi.
E-Kitap Projesi&e-Ürün ve Hizmetleri Eğitim veDoğayı koruma amaçlı öncelik güden Bir Sosyal Paylaşım Projesidir.